Ölümsüzlük. İnsanın yaratılmasından bu yana peşinde koştuğu bir tutku olmuştur. Ebediyet arzusu hep olmuştur; sonsuzluğa ermek istemiştir insan. Bu istekler babadan kalma bir istektir. Bu arzuyu kullanarak Şeytan Adem(as) ve eşinin düşüşüne sebep olmuştur.

“İster misin sana ebediyet ağacını, zamanın geçmesiyle zeval bulmayan bir devlet ve saltanatı göstereyim?”

Taha Suresi – 120

İnsanlığa ilk aldatıcı teklif bu şekilde yapılmış ve bu teklifin kabul edilmesiyle “inin oradan birbirinize düşman olarak” emriyle bir düşüş yaşanmıştır. Bu el uzatma elbette insan tabiatında olan ölümsüz hayata kavuşma isteğidir. İnsandaki beka aşkı, ebediyet özlemi ve tükenmeyen emellere karşılık düştüğü dünya hayatı çok kısa kalmıştır. Dünya hayatının bu kısalığı karşısında insanlar yaşlılığın çaresini, ölümsüzlüğün şifresini ve sonsuzluğun sırrını arayıp bulma fikrine kapılmıştır. Bu düşünce insanlık tarihi boyunca her toplumda farklı şekillerde de olsan benzeri motifler olarak ortaya çıkmıştır. Şeytan bu konuda vesveseler vermeye devam etmiştir Ademoğullarına.

Bu arayış doğada bazı bitkileri, suları, pınarları arama şeklinde yolculuklara sebep olmuştur. Bu arayışlar ve yolculuklar zamanla mitleşmiştir.

theforogttonlight_by_a7md3mad-d7um5xg.jpg

Mantar

Mantarın insanı ölümsüzleştirdiği veya en azından gençleştirdiği düşünülmüştür. Sümerlilerinde bu bitkiyi tanıdığı ve kullandıkları düşünülüyor. Mısır’da da mantar çok değerli kabul edilmiş ve Firavunların yediği özel bir yiyecek konumuna kadar yükselmiştir. Uzakdoğu kültüründen olan Çin söylencelerinde de ölümsüzlük mantarından bahsedilmiştir. Bir diğer Çin kültürüne ait söylencede kutsal adada yetişen ölümsüzlük mantarlarını, kuzgunlar anakaraya çıkartarak savaşta ölen askerlerin üzerine yığmışlar ve üç gündür ölü olan askerler canlanmışlardır.

Elma

Birçok toplumda olduğu gibi İskandinav mitlerinde de elmalar sonsuz gençliğin sembolü olarak yer almışlardır. Gençlik tanrısı İdun altın elmaların koruyucusu olarak bilinmektedir. Bir Kelt mitolojisinde de yine ölümsüzlük adasından bahsedilir ve bu bölgeye “Emain Ablech” yani elmaların çok olduğu Emain adı verilmiştir. Burada yetişen elmalar yense bile bir parçası asla tükenmezdi. Bu elmaları yiyen kişiler hem ölümsüz hem de güçlü olurlardı.

Yaşam otu

Ölümsüzlük kaynağının doğada aranışıyla birlikte böyle bir bitkinin olduğu inancı oluşmuştur. Toprağın daima var olduğu ve ölümlerle güçlenen ölümsüz toprağın, yaşamı veren ve alan özellikleriyle ölümsüzlük kaynağı olarak görülmüştür. Yani toprak yaşatır, öldürür, öğütür ve yeniden şekillendirir. Bu nedenle ölümsüzlük arayışı toprağın verdikleri üzerinden aranmış ve yaşam otu hep arana gelmiştir.

Ölümsüzlük Peşinde

Bizde bu ölümsüzlük arayışına, en azından bilinen hikayelere bir göz gezdirme niyetindeyiz. Bunun için geçmişten günümüze bir fikri seyahate çıkmak istiyoruz ve yukarıdaki listede eksik bıraktığımız bir takım ölümsüzlük sağladığı düşünülen gençlik pınarı, ölümsüzlük iksiri gibi maddelere yolculuğumuz içerisinde değineceğiz.

İlk durağımız ölümsüzlük arayışının en ünlü kahramanlarından olan Gılgamış’ın yanı oluyor. Güçlü bir iktidar sahibi olan Gılgamış hayatını devam ettirmekte. Günün birinde her ölümlü gibi dostu Enkidu da ölüme yenik düşüyor. Dostunun ölümü Gılgamış’ı derinden sarsıyor ve günün birinde bende dostum Enkidu gibi bir uykuya yatmalı ve hiç uyanmamalı mıyım sorusunu soruyor. Bu ölüm bitmeyecek gibi gelen iktidarın bir gün biteceğini ve kendisinin de öleceğini hatırlatıyor Gılgamış’a. Bunun üzerine Gılgamış ölümsüzlük peşine düşüyor. Sırrı öğrenmek için tufanı yaşamış Utnapiştim’in yanına giderek ölümsüzlük sırrını öğrenmek istemektedir. Bu isteği karşılıksız kalmıyor ve Utnapiştim Gılgamış’a genç kalmanın sırrını, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğu bilgisini aktarıyor. Gılgamış bu haberle birlikte denizin diplerine dalar ve nihayetinde otu bulur. Bu otu ve bilgiyi halkıyla paylaşma arzusunda olduğu da söylenmektedir. Lakin dönüş yolunda bir pınarın başında yorgunluktan uykuya yenik düşmüştür Gılgamış. Uyku sırasında yanına yaklaşan bir yılan otu yutar ve Gılgamış eli boş bir şekilde Uruk kentine geri döner ve ölümsüzlük hayali başarısızlıkla sonuçlanır.

Bu kahraman arketipi elbette ilk değildir ama yazılı kaynaklar bakımından bilinenlerin en eskisidir. Benzeri bir yolculuk ve hüsran İskender’ in hikayesinde de geçmektedir.

Tarihte yolculuğumuza devam ediyoruz ve rotamızı büyücülüğün başlı başına bir meslek olduğu zamanlara gidiyoruz. Binlerce çeşit büyünün içinde elbette en büyük sihir sayılan ölümsüzlük iksirini arıyor büyücüler. Kazanlar kaynatılıyor, çeşit çeşit iksirler, karışımlar hazırlanıyor. Krallar dört gözle baş büyücülerden gelecek sevinçli haberleri bekliyorlar. Çin’ de oldukça nadir bulunan bir böcek türüyle yapılacak olan ve böceğin uzun dar kağıda yazılan ölümsüz ruh yazısını yemesi ve bir takım ritüellerle ölümsüzlüğe ulaşılacağı düşünülüyor fakat ne Çin büyücüleri ne de Avrupa büyücüleri ölümsüzlük iksirine/büyüsüne ulaşamıyorlar. Maalesef doğada bulup kullanamadığımız yaşam otu vasıtasıyla gelecek olan ölümsüzlüğe büyücülerin yaptığı iksir ve büyülerle de ulaşamadık.

Savaşçı ve büyücü arketipleriyle bulamadığımız ölümsüzlük arayışından vazgeçmiyor insanlık. Ölümsüzlük arayışı devam etmekte. Bu iki dönemi geride bıraktık. Devirler ve teknikler değişiyor ama arayış değişmiyor. Yeni bir teknikten haberdar olduk ki ismine simya diyorlar ve bu sefer iddialılar. Bakalım aradığımızı simyada bulabilecek miyiz?

Devam edecek…

Yorum bırakın